Gölge Kardeşliği-Sabit Sümer
Her şey Çıkrıkçılar Yokuşu’nda, antikacı Efraim’den alınan, o eski fotoğraf makinesiyle başladı… Genç adam, antika Vorglander’in içinde unutulmuş, çeyrek yüzyıllık bir filmden basılan tek kare fotoğrafın, kendisini nerelere sürükleyeceğini asla tahmin edemezdi. O, sırf insanca bir merak yüzünden, makinenin genç yaşta kalp krizinden ölen son sahibi, gazeteci Gülsevin Kutlu’nun, Tarsus’ta bir otel odasında sona eren ‘hüzünlü öyküsüne’ ulaşmayı istemişti. Oysa onun yerine kendisini, bir anda kan ve ölümden oluşan bir dehşet denizinde çırpınırken buluverdi.
Fotoğraftaki dinsel temalı garip binada yaşananları öğrenmek adına yaptığı araştırma, kendisini Toroslardaki o korkunç sırra sahip, yaşlı dervişe götürdü. Derviş Salih’in vicdanına yüklediği görevse, kişiliğinin bir metamorfoza uğramasına neden oldu genç adamın. Öğrendiği gerçeklerin ardından, Oğuz Karaçay, artık bambaşka biriydi. Üstlendiği ölümcül görev onu önce Rodos’a, ardından da Madrid’e sürükledi. Nihayet Toledo’ya ulaştığında, tarihin yaşayan en kanlı ama en organize tarikatının eşiğinden içeri ilk adımını atmak üzereydi. Bin yılda, milyonlarca insanın ölümünden sorumlu Gölge Kardeşliği, sonuna dek açılmış, karanlık dev bir ağız gibi genç adamı bekliyordu…
YAZAR HAKKINDA
Sabit Sümer 1955 yılında, Ankara’da dünyaya geldi. 1979 yılında, “Hacettepe Üniversitesi, İşletme Yönetimi Bölümünden” mezun olarak iş hayatına atıldı. Çalıştığı yıllarda işi gereği, dünyada pek çok ülkeyi ziyaret etme şansı bulan yazar, 1989 – 1991 yılları arasında da Antalya’nın Kaş ilçesinde yaşamış, burada geçirdiği üç yıl, içindeki yazma duygusunun yazma eylemine dönüşmesinde temel itici güç olmuştur. Yöredeki Antik Likya tarihine ilişkin, Ksanthos kentinin trajik öyküsünün yer aldığı ve son derece olumlu eleştiriler alan “AKDENİZ HEP ORADAYDI” isimli lirik romanı, işte bu dönemin ürünüdür. Bu romanın dışında, Haçlı Seferleri sırasında kurulmuş, dinsel saplantılara sahip tehlikeli bir tarikatın, sonradan dünyaya egemen olan devasa bir örgüte dönüşmesi ve sıradan bir insanın, tesadüfen varlığını öğrendiği bu kanlı örgütle mücadelesini anlatan romanı “GÖLGE KARDEŞLİĞİ”, okuyucular arasında büyük ilgi görmüş, Sabit Sümer bu romanıyla birlikte, basında “Türk Dan Brown” olarak anılmaya başlamıştır.
Bu romanın ardından, yazarın, 1864 yılında Kapadokya da, Karvalli (Günümüzde Gelveri/Güzelyurt) Kasabasında geçen bir gerilim öyküsünü anlattığı ve senaryolaştırma çalışmaları devam eden “KIZLAR MANASTIRI” isimli son romanı da 2008 Şubatında yayınlanarak, kendi tarzı içerisindeki önemli kitaplar arasında yerini almıştır. Gölge Kardeşliği’nin 2010 yılındaki yeni basımının ardından, yazarın merakla beklenen son çalışması, Ankara’da geçen bir tarih-gerilim-serüven romanı olan “PESSİNUS GECESİ” hafta başında okurlarıyla buluşmak üzere raflardaki yerini almıştır. Türk basınınca tarzı, romanlarındaki tarihi atmosfer ve özenli kurgu nedeniyle Türk basınında ünlü Amerikalı yazar Dan Brown’a benzetilse de, Sabit Sümer, daha çok Fransız gazeteci/yazar Jean Cristophe Grangé ile Amerikalı gerilim romanları yazarı Dean Koontz’dan etkilendiğini ifade etmektedir. Yazarın, yukarıda bahsedilen iki romanı dışında, içinde çocuk gözüyle bir otobiyografisinin de yer aldığı, 14 öyküden oluşan “YAĞMURDA ERİYEN ADAM” isimli, bir de öykü kitabı bulunmaktadır.
Sabit Sümer’in, belki de köklerinin anne tarafından Kuzey Kafkasya ve baba tarafından Anadolu Selçuklularına uzanmasının doğal bir sonucu olarak tarihe, arkeolojiye, Akdeniz ve Anadolu kültürlerine duyduğu hayranlık, tüm romanlarında açıkça fark edilir. Yazar, ayrıca babasının, yüce önder Atatürk’ün hemşerisi ve köşkte marangozu olmasından duyduğu gururu sık sık vurgular. Sabit Sümer’in, romanları dışında, büyük bir okuyucu kitlesine sahip “Der Ki” isimli, spritüel Internet dergisinde de “Sümer Yazıtları” isimli bir köşesi bulunmaktadır.
(20)